Tuesday, April 22, 2014

Olağan sayıklamalar


Bölünmek çok yoruyor.


Bir iş hayatın var, bir de ailen.






İşle ilgili oldukça yoğun ve stresli olduğum zamanlarda evi çok ihmal ettiğimi fark ediyorum. Çok basit şeyleri… Mesela bir ödeme, internet sağlayıcısı değişikliği, bulaşık makinesi tamiri… Arcayı hiç saymıyorum. Öyle günlerde Arcayla geçirdiğim vakitte aklımı işten alamadığımı biliyorum. Ya da evde acayip önemli bir şey varsa Arca hastaysa mesela, işte her şey allak bullak oluyor. Defalarca kontrol ederek yaptığım bir çalışmayı hatırlamıyor ve tekrar tekrar kontrol ediyorum. Motivasyon düşüyor, işler hiçbir zaman yetişmiyor. Bu arada muhterem mütemadiyen kaynıyor, yakında su kaynatacağız.






Bazı zamanlar hayat farklı olsa nasıl olurdu diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Yaptığım iş bu kadar önemli olmasa (puhahah bilmeyen de hayat kurtarıyoruz sanacak:P)



Doktora gidiyorum mesela, “danışmadaki kadınların işleri benimkinden daha az stresli, kolay, böyle bir işte çalışsam” derken buluyorum kendimi. Sonra silkiniyorum, o insanlar da senin yakındığın kölelik sisteminin bir parçası, onlar senden belki daha az kazanıyorlar diye daha mı az çalışıyorlar sanıyorsun? Ve bir tek sen mi hayat:P kurtarıyorsun?  Üstelik aynı yorgunluğa daha az kazansan, ev sahibi olmaktan veya tuttun mu eskilikten elinde kalan perdeleri bile değiştirmekten geçtim, küçük burjuva zevklerini nasıl tatmin edeceksin?






Yok o zaman boşver çıkarma sesini diyorum. Çıkarmıyorum. Küçük burjuva zevklerimden kendime bir barınak yapıyorum. Madem elimden gelen bu, elimden geleni yapıyorum. Kafamı kitaplara gömüyorum. Kendime öykülerden bir zırh hazırlıyorum, kimse geçemiyor içeri, izin vermiyorum. Kendime güzellikler inşa ediyorum, kitap kulübü, dostlarla sohbet, blog, sosyal medya avuntuları… Sonra birden hayatın gerçekleriyle burun buruna geliyorum.






Gündemdeki en ağır gelişmelere yaygara etmiyorum da kırk yılın başı kullandığım DVD player bozulunca çileden çıkıyorum, sonra bitmiyor, bulaşık makinesi, televizyonumuzu tamir etmediği için mahkemelik olduğumuz firma, on yılda en çok beş defa kullandığımız mikserin çöpü boylaması, internet kotasından tarafımıza giren kazıklar, artık silinemez hale gelmiş koltuk yüzleri, Arca’nın eşofman dizlerinin yırtılması, tamir bile olamamış klima için ödenen gereksiz para, ardı arkası kesilmeyen ufak tefek masraflar geriyor beni. Bir odanın ışığının gereksiz yere yanması ya da saçlarımın çabucak uzayıp röfle zamanının gelmesi cinayet için geçerli sebepler benim için. Cinnet hemen yanı başımda. Bazen sırf kaçmak için uyuyorum. Bildiğimiz uyku. Arca ile yatağa girip sabah kalktığımda hala kendimi yorgun hissediyorum. Depresyon alametleri ama ben de dahil herkeste bir görmezden gelme eğilimi var.








Gözlerini kapattığında kendini görünmez sanan üç yaş çocuğu gibiyim, görmezsem bu aptal hayata ait aptalca sorunlar da beni yok sayacak, hatta yok olacak. Pıffff!






Tam deliliğin sınırına geldiğime inandığım anda, bir sınır polisi “dur” diyor ve arkama bakmamı söylüyor. İyiydik yav yokuş aşağı yuvarlanıyorduk diye söylenirken, dün düşünmemek için uyuyan bendeniz, bugün bahçede oynayan yer cücesi ve babasına şükrederken buluyor kendini. Hayat şükretmek ve depresyon arasında gidip geliyor. Neyse ki şükredecek çok şeyimiz var da hala delilik mertebesine erişemedim.






Olağan sayıklamaları dinlediniz. 

No comments:

Post a Comment